Adana‘ydı Lviv‘di derken; yaz geldi, kendimi Ege’nin serin mavisine atıverdim. Elbette sizleri de unutmadan, geçmişten bugüne minik anılarımla birlikte bu yaz için keyifli duraklar listeleyeyim istedim… İlk durağımız Bozcaada!
“Tanrı, Tenedos’u insanlar uzun ömürlü olsun diye yaratmış.”
Heredot

Bozcaada nerededir?
Kuzey Ege’de bir ada… Ve o adada benim var oluşum; biraz uzun, yıllara yayılan bir hikaye…
Okulda orta karar bir öğrenci olsam da coğrafyam hep son derece iyi olmuştu. Üniversiteye gelene kadar da Bozcaada’nın Türkiye’nin en büyük üçüncü adası olduğunu öğrenmiştim. Ama ada hakkındaki tek bilgim kuzey Ege’de büyükçe bir ada olması ile sınırlıydı ta ki adaya aşık bir arkadaş edinene kadar. Onun sayesinde adaya ilgim artmış merak eder olmuştum.
Zamanla daha fazla bilgi edinmeye başladım. Eski yani Osmanlı himayesine geçene kadarki ismi Tenedos olan ada, en çok bağları ve şarap üretimiyle ilgimi çekiyordu. Giderek beni daha çok çağırmaya başladı. Sonunda bir gün adanın ısrarına boyun eğerek küçük bir butik otel olan Meraki’de bir oda ayarladım ve yola çıktım.

Bozcaada’ya nasıl gidilir?
İstanbul’dan bakınca burnumun dibinde görünen bir adaya ulaşmak çok zaman almamalıydı ama o dönemin yolları ve şartlarıyla nerdeyse İstanbul İzmir arası kadar yol gitmiş ve yalanım yok çok sıkılmıştım. İstanbul’dan bindiğim otobüsten Geyikli’de inmiş, son olarak bineceğim feribotu beklemeye koyulmuştum.

Günümüzde İstanbul’dan kalkan otobüslerin bir kısmı Tekirdağ üzerinden bir kısmı da Bursa Balıkesir üzerinden Geyikli’ye ulaşıyorlar. İzmir’den ise Geyikli’ye direkt otobüs yok. Ezine’ye gidip oradan yaklaşık bir yarım saatlik minibüs yolculuğu yaparak Geyikli’ye ulaşıyorsunuz. Kendi aracınızla gelecekseniz de yine elbette bu yollardan geçiyorsunuz. Tek farkla; isterseniz yeni köprüyü kullanarak süreyi biraz daha kısaltmanız mümkün… Bir de Geyikli – Bozcaada feribot seferlerinin saatlerini Gestaş‘tan mutlaka kontrol etmelisiniz. Hatta sezonda online rezervasyon yapmanız işinizi bir hayli kolaylaştıracaktır.

Bozcaada’da nerede kalınır?
Feribotla adaya yaklaşırken gördüğüm tek şey boz bir ada ve bir kaleydi… İçimdeki seslerden biri hani o nemrut huysuz olanı bu mudur? Demekteyse de yeni yerlere duyduğum meraktan olsa gerek kendimi negatife şartlamıyordum. İskeleye indim ve önce odama yerleştim. Meraki’de odaların renkleri ile sahibesi olan gözlerinin içi gülen iki kız kardeşin kendi elleriyle hazırladıkları muhteşem kahvaltı sofraları benim gönlümü fethetmeye yetti. Günümüzde özellikle pandemi şartlarında hijyene ve yeni yaşam kurallarımıza gösterdikleri önemle de vazgeçilmez oluyorlar.

Bozcaada’da nerede yenilir?
Eşyalarımı odaya atıp, merkezden uzaklaşmadan, sokaklarında dolaşmaya başladım.
O pencere senin bu kapı benim… Gördüğüm her şeye hayranlıkla bakıyor, çoğunun fotoğrafını çekiyordum. Arada yorulup bir küçük kahvecide mola verip bir kahve içiyor, soluklanıp devam ediyordum.
Arnavut kaldırımlı sokaklarda kaybola kaybola, topu topu iki mahallesi olan Türk ve Rum mahallelerini arşınladıktan sonra yorgun düşüp bir sokak arasında Hasan Tefik’e denk geldim.
Hasan Tefik, çoğu meyhane gibi Rum Mahalle’sinin o yoğun sokaklarından uzak bir meyhane. Kuytu bir köşede, yemek ve parfüm kokularının birbirine karışmadığı, hiç tanımadığınız yan masanın sohbetinize dahil olamayacağı sakinlikte ve elbette yediğiniz her şeyin tadının damağınızda kalacağı bir yer. Bir de etli sarması var ki sadece onu yemek için bile gidilir.
Karnımı da doyurup günü bitirdikten sonra ertesi güne enerji toplamak için odama çekildim.

Bozcaada’da gezilecek yerler
Ada planı yaparken, ‘’arabasız çok zor olur’’ dedilerse de ‘’Bir adada araba ne kadar gerekebilir ki…’’ düşüncesindeydim. Çünkü bütün çocukluğu Prens Adaları ekseninde geçmiş, Burgazada’da büyümüş, büyük adadan anladığı tek şey Büyükada olan bir insanın kafasında; yürüyerek ya da en azından bisikletle gezemeyeceği bir ada olabilme ihtimali yoktu. Gidip görünce anladım ki, Büyükada’dan çok daha büyükmüş ve gerçekten tüm adada yürüyerek bir yerden bir yere gitmek zormuş. İmkansız demeyeyim zira onu da zorlamışlığım var. Neticede araba ihtiyacını kavradığım iki adadan biri oldu Bozcaada. Diğeri ise Midilli ve bu da başka bir yazının konusu 😉

Denize girmek istiyordum. Limandan yani kalenin hemen önünden denize girilebiliyor. Sıra sıra cafelerin şezlonglarına yayılıp bütün günü limanda geçirebilirsiniz ki; benim en favori mekanım Biz Bize Cafe. Yine de herkesin dilinde bir Ayazma vardı ve görmem gerekiyordu. Neyse ki sezonda oldukça sık dolmuş kalkıyor. Gitmekte hiç sorun yaşamadım. İncecik, altın sarısı kumu ve serin masmavi deniziyle beni kendisine çekti.

Üst tarafındaki restoranlardan yiyecek ve içecek ihtiyacımı karşılayıp daha uzun süre vakit geçirebildim. Bu mekanlardan en bilineni Vahit’in Yeri. Adada yaz kış açık olan sayılı mekandan biri aynı zamanda. Upuzun bir meze dolabıyla mükellef rakı sofraları kurabileceğiniz gibi denizden çıkıp birer bira ve atıştırmalık bir şeylerle keyif yapabilirsiniz.

Denize girmek için farklı koylara gitmek istediğimdeyse arabasızlık bir miktar sorun oldu. Çünkü dolmuşun ulaştığı koylar bir elin beş parmağını geçmiyor ve adanın dört tarafı koylarla çevrili… Ama ‘’Başka zaman görürüm.’’ diyerek yine keyfimi kaçırmadım ve gün batımı için hazırlandım.

Şarabımı aldım, gün batımı turları için merkezden kalkan dolmuşlara bindim ve Polente Feneri’nin oraya gidip rüzgar güllerinin yanı başında onlarca belki yüzlerce insanla birlikte kıpkırmızı bir topun masmavi suya dalışını izledim.

Adada topu topu 2 gün kalacaktım ve dolu dolu geçmişti. Dönüş yoluna koyulduğumda yeniden yolumun düşeceğini biliyordum.
Sonra;

Sonra yıllar sonra yine yolum adaya düştü tabii ki… Hayatımın tepe taklak olduğu bir dönemdi. Mutsuz ve huysuzdum ve tesadüf odur ki, yine arabasızdım. Üstelik bu kez sokak aralarında değil; olabildiğince doğada olmak, kekik ve iyot kokusunu, Ege’yi içime çekmek istiyordum. Dinginleşmeye, nefes almaya ihtiyacım vardı.

İşte o zaman; arabasız, görece büyük bir adada yürünebileceğini fark ettim… Adada maraton düzenleniyor, ben neden yürüyemeyeyim ki? Akvaryum Koyun’dan yola çıkmıştım. İşte burası tam olarak ‘’imkansız değil, zorlamışlığım var.’’ dediğim nokta:) Son derece yürümeye alışık ve seven biri olarak sonsuz keyif almıştım ama yorucu. Kendinize güvenmiyorsanız denemeyin 😉 O uzun parkurda adayı; daha mavi daha turkuaz daha sarı hatta daha yeşil görüyordum. Renkler biraz daha belirginleşmişti.

O andan sonra benim adayı yaşayıp keşfetmem daha keyifli bir hal aldı. Polente Feneri’ni hiç görmediğim açılardan gördüm. Gün batımını başka yerlerden mesela Göztepe’den de izleyebileceğimi öğrendim. Bağlarında dolaştım. Çaktırmadan üzüm topladım. O üzümlerin şaraplarını daha çok içtim. Daha çok endemik türle tanıştım. Çavuşu, kuntrası, karalahnası, vasilakisiyle aşk yaşadım.

Mesela Çayır Plajı’nda trakonya balığı diye bir balığın varlığıyla yüzleştim:) Ama benim ayağımdan öpen sadece masum bir bal arısıydı 🙂 Komik bir anı olarak tarihteki yerini aldı. Mutluydum çünkü tam da doğanın kendisiyle yüzleşiyordum, her anlamıyla. Ve Çayır, adada esen kuzey rüzgarını en iyi hissedeceğiniz o nedenle kite surf ile de dikkat çeken eşsiz bir nokta.

Ve kendimi aşıp motora binebilmeye başladım. Çığlık atmadan, hatta gece yıldızları izleyerek, çocukluğumun kokularını, kekiği, poyu, Ege’yi içime çekerek…

Yiyebileceğim tüm sakızlı muhallebileri yedim, en muhteşem üzüm ve koruk sularını, gelincik şerbetlerini içtim. Hayatımın en muazzam istiridyelerini, kerevitlerini, bıyıklarını (kalamarın ayakları) yedim…
Gün doğumlarını izledim değirmenlerden… Evet, evet ben; ‘’Tanrı güneşin doğuşunu izlememi istese daha geç doğururdu’’ diyen ben; gün doğmadan kalkıp, değirmenlere tırmanıp, sırtımı bir değirmene yaslayıp, o kızıl topun mavinin içinden çıkışını izleyip, kendisini selamladım.

Aynı noktadan dolunayı da izledim. Yakamozun Ege’ye düşüşünü yine ada şaraplarıyla kutsadım.

Sonra Sulubahçe’deki o ağaç mesela daha da büyülü görünmeye başladı gözüme…
Ada; içine dalıp gezdikçe, keşfettikçe; beni kendisine çekmeye devam ediyor… ve bugün ortalama senede üç kere yolumu adaya düşürmezsem rahat edemiyorum. Her geçen gün izlediğim gün doğumu ve gün batımlarındaki sihire şahit oldukça biraz daha Heredot’a hak veriyorum. Tanrı, gerçekten Tenedos’u insanlar uzun ömürlü olsun diye yaratmış olabilir 😉 Siz de ömrünüze ömür katmak niyetindeyseniz yolunuzu mutlaka Bozcaaada’ya düşürmelisiniz…
Bozcaada’ya ne zaman gidilir?
Dürüst olmam gerekirse bana göre ada bahar aylarında muhteşem oluyor. Ege’nin en kuzeyi olması nedeniyle bir tık serince ve sessiz sakin… Mevsim yaza dönerken kalabalık biraz artıyor ama bu kez de denizin keyfini sürüyorsunuz… Tabii festivalleri de kaçırmamak gerek; işte size bir kaç önemli tarih:
· Yerel Tatlar Festivali 17-18 Haziran 2022
· Bozcaada Gökyüzü Şenlikleri 24-25 Haziran
· Bozcaada Salhane Şarap Tadım Günleri 1-4 Temmuz 2022
- Bozcaada Ayazma Panayırı 26 Temmuz 2022
Adalı Rumların kutsal Aya Paraskevi günlerini kutladıkları bugünde halk Ayazma’da Aya Paraskevi adına yaptırılan Manastırda bir araya geliyor. Çınar ağaçlarının altında kurulan masalarda yemekler yeniyor ve Yunanistan’dan gelen müzik grupları eşliğinde sirtaki yapılıyor.
· Bozcaada Ozanın Günü ve Homeros Okuması 6-7 Ağustos 2022
· Bozcaada Bağ Bozumu Turları 13 Ağustos’ta başlıyor
- Bozcaada Caz Festivali 26-27-28 Ağustos 2022
- Bağbozumu Festivali 2-3 Eylül 2022
- Run the Island 9- 10 Eylül 2022
- Bozcaada Uluslararası Ekolojik Belgesel Festivali (BIFED) 12-16 Ekim 2022
Minik Notlar
- Benim önerilerim dışında alternatif isterseniz Bozcaada Rehberi’ni karıştırabilirsiniz.
- Salhane‘den ister denize girebilir isterseniz oturup bir şeyler içebilirsiniz.
- Kedi, yine adada eeeen keyif aldığım mekanlardan biri. Mutlaka uğramalısınız!
- Birer “drink” için de mutlaka Sapa’ya gitmelisiniz.