27 Eylül 2019
Tamam Avrupa’nın ortasından, biraz batısına doğru kaymaya başlamış olabilirim… Ancak uzun süredir gitmek istediğim bir şehir olan Dresden’e bu kadar yakınken gitmezsem olmazdı.
Ama her şeyden önce sizlere otobüs hikayemi anlatmak istiyorum.
Hatta benim nasıl biri olduğumu ve başıma nasıl tuhaflıklar gelebildiğini anlamanıza yardımcı olması açısından da önemli olduğunu düşünüyorum🤪
Dresden’e nasıl gidilir?
Prag’dan yaptığım daha önceki gezilerim gibi yine Flix Bus’tan ayarladığım otobüs biletleriyle yola çıkacaktım ancak bu kez minik bir sorunum vardı. Otobüsümün kalkış yeri her zaman olduğu gibi otogar değildi. Prag’da yolculuğumdan bir gün önce otobüsün kalkış yerini bulayım ki, sonrasında stres olmayayım diyerek Google Maps yardımıyla ve yine yürüyerek otobüsün kalkış noktasına ulaşmaya çalıştım. Gitmem gereken yer Prag Garı’ydı ve kendimi bilmem kaç şeritli rayların ortasında bulmuş, çığlık kıyamet makinistlerin eğlencesi olarak karşıya geçebilmeyi başarmıştım.

Prag gezi rehberi için “Tam ortasındayım Avrupa’nın – PRAG” yazıma göz atabilirsiniz.
Sonunda Flix Bus gibi uluslararası seferler yapan otobüslerin kalktıkları durağı bulmuştum. Garın hemen önündeki duraklardan kalkıyorlardı ama hangisinden? Birkaç kişiye sordum. Ancak onlar benden turist, ben zaten turist… Hep birlikte sorunu çözmeye çalışırken anladık ki, Berlin yönünde durmamız gerekiyor… Ama Berlin nerede ki? İşin içerisine Berlin de dahil olunca tam anlamıyla Arap saçına dönmüştü her şey. Gardan vazgeçip otogara gidip ve oradaki Flix Bus ofisinden bilgi alayım dedim.
Öyle de yaptım. Ofisteki hanımefendi son derece yardımcıydı ve hemen bilet detaylarıma ulaşıp otobüse otogardan da binebileceğimi söyledi. Hatta zaten ilk kalkış noktası otogarmış. Bilette herhangi bir değişiklik yapmasına da gerek olmadığını ekleyerek sadece yarım saat önce otogara gelmemi söyledi. Ben de sorunu çözmüş olmanın rahatlığıyla kendimi Prag sokaklarına atıverdim…
Ertesi sabah erkenden kalkıp otogara gittim. Otobüsün kalkış peronunu buldum ve beklemeye başladım. Derken otobüsümüz geldi. Şoförümüz tipik bir Alman. Biletimizi ve pasaportlarımızı görmek istedi. Her ikisini de çıkarıp gösterdim ve bana “biletin yanlış” dedi. Başka bir şey de demiyor.
-Bu Dresden otobüsü değil mi?
-Evet.
– Saati doğru değil mi?
-Doğru.
-E benim biletim bu otobüsün bileti değil mi?
-Bu otobüsün bileti.
-E nedir yanlış olan?
-Yanlış
Çözemiyoruz mevzuyu… Otobüse de bindirmiyor….
Papağan gibi biletiniz yanlış diyor başka da bir şey demiyor. Anlatıyorum tane tane, “Bakın bu otobüse benim bir sonraki duraktan binmem gerekiyordu, ama dün sizin ofisinizle görüştüm, buradan binebileceğimi söylediler, gelin ofise gidelim, orada halledelim.” diyorum; “Hayır, biletin yanlış” diyor…
Sakin kalmaya çalışıyorum ama delirmenin eşiğindeyim o sırada…
Ortada bir sorun varsa çözüm yolu aranır ama bu adamcağızın çözümün “ç”sinden haberi yok…
Sonra birden bire, bütün otobüsü yükledikten sonra, beni yanına çağırıp “Bin hadi” dedi. “N’oldu ne değişti?” dedim. Cevap yok… Yabancı olduğum için yaptı diyeceğim, otobüsteki herkes turist. Türk olduğum için yaptı diyeceğim… Bilemiyorum çok da kondurmak istemiyorum açıkçası… Ama tecrübelerime dayanarak söylüyorum ki; çok motamotlar. Asla kuralların dışına çıkmıyorlar. Yazılı metinde ne yazıyorsa onu uyguluyorlar ve bizim gibi pratik olamıyorlar.
Yaklaşık yarım saat biletin yanlıştı değildi krizi yaşamış, otobüse binmiş ve yola çıkmıştık.
Siz trenle ya da araba kiralayarak da gidebilirsiniz 😉 Ama bu minik tersliklerin nevi şahsıma münhasır biri olmamla ilgili olduğunu düşünüyorum. Yani muhtemelen siz hiç sorun yaşamayacaksınız 😉

Dresden Nerede?
Dresden Almanya’nın doğusunda Çekya sınırında, 2. Dünya Savaşı’nda ağır bombardımana maruz kalarak ciddi kayıp vermiş bir şehir. Elbe nehri kıyısında İsviçre Saksonyası olarak bilinen bölgede yer alıyor. Prag Dresden arası ise yaklaşık 150 km ve otobüsle yine yaklaşık 2 saat kadar sürüyor.

Dresden’e ne zaman gitmeli?
Yaz ayları daha rahat gezilir diye düşünmekteyim. Ben Eylül sonunda gittiğimde, yağmurluydu ama çok sorun etmemiştim. Isı da öyle çok soğuk değildi. Tshirt üstü yağmurluk yeterli gelmişti.

Dresden’de nerede kalınır?
Bu şehir için bilenlerin “pek yabancı dostu” olmadıkları konusundaki uyarılarını çok dikkate almasam da biraz etkilenmiştim. O nedenle şehir merkezindeki şehir otellerinden biri olan Intercity Hotel‘i tercih etmiştim. Hem yine her yere yürüyerek ulaşabilecektim hem de güvende olacağımı düşünmüştüm. Son derece rahat etmiş ancak şehri gezerken de herhangi bir rahatsız edici olayla karşılaşmamıştım.
Dresden’de gezilecek yerler
Savaş sonrasında küllerinden doğarak tüm tarihi binalar yeniden aslına uygun bir şekilde inşa edilmiş.

Ancak şehrin yeniden inşası sırasında benim en çok iligimi çeken olay Kadınlar Kilisesi olarak bilinen Frauenkirche’nin başına gelenler…

Savaşa en kayıtsız kalan şehirlerden biri Dresden. Ama savaşın son zamanlarında müttefik güçlerin bombardımanları artmaya başlayınca halk bu kiliseye sığınıyor. 13-14 Şubat 1945’teki bombaların hedefi haline gelen şehir, yerle bir olurken kilise sığınmacıları ağırlıyordu. Ancak 15 Şubat sabahı burada da yangın çıkınca insanlar tam zamanında kaçarak kiliseden ayrılıyorlarlar ve kilise de çöküyor. Kiliseye sığınanlardan bir kayıp yaşanmıyor ama Johann Sebastian Bach’ın çaldığı meşhur org yanıyor. Savaş sonrası Doğu Almanya sınırlarından kalan şehrin tam ortasında bu kilise moloz yığını olarak adeta bir anıt misali durmaya devam ediyor ta ki duvar yıkılıp Almanya birleşene kadar… Ardından kiliseyi yeniden inşa etme girişimleri başlıyor ve tam 15 yıl süren restorasyon çalışmaları sonunda kilise bugünkü haline geliyor. Bu çalışmalar sırasında da o moloz yığının içerisindeki orjinal taşlar kullanılıyor ve 3 bin 643 orijinal taş “eski yerine” konularak, var olmayan taşların yerine de yenileri eklenerek 2009’da yeniden açılıyor.

Semper Opera Binası ise bir ikinci önemli yapı. Yine aslına uygun restore edilen binalardan bir diğeri.

Ama benim ilgimi çeken Zwinger Sarayı oldu. 1709’dan günümüze gelen barok mimarinin en güzel örneklerinden biri olan sarayda Rönesans döneminin önemli sanatçıları Rembrandt, Boticelli ve Rubens gibi ressamların eserleri sergileniyor…

Yine kendimi sokaklarına atmış bilinçsizce şehri keşfetmeye çalıştığım bir anda karşıma çıkan duvar ise şaşırtıcıydı. Porselen Müzesi ve Duvarı görülmeye değer.

Ama hepsinden öte beni bu şehire çeken, illa göreceğim diye tutturduğum yer bambaşka bir yerdi. Kunsthofpassage olmazsa olmazımdı. Standart bir Almanya havasında yoğum yağmur altında yürüyerek bulmaya çalışıyordum ve biraz yürümüş olsam da değdi!

2001 yılında hayata geçen bu proje Dresdenli mimarlar Müller&Müller, Knerer&Lang, Heike Böttcher ve Meyer Bassin imzası taşıyor. Bir iç avluya bakan binaların dış çephelerinin farklı temalarla renklendirilmesiyle şehrin de ilgi çekici bir noktası haline gelmiş. Her avlunun bir adı ve anlatmak istediği bir şey var. Benim en çok ilgini çeken ve hayranlıkla bir süre izlediğim bina ise Elementler avlusuna ismini veren binaydı. Müzik çalan ev olarak da bilinen bina suyun saflığı temsil ediyor.
Dresden’de ne yenir?

Avluda cici cici cafeler minik bistrolar mevcut. Herhangi birinde oturup birer kadeh şarap, bira ya da canınız ne çekiyorsa içebilirsiniz… Atmosferi paha biçilmez.

Akşam yemeği için ben daha İstanbul’dayken online rezervasyon yaptırdığım Stresa’yı denedim. Burası özelinde biraz erken rezervasyon yaptırmanız ve tabii ki rezervasyonsuz gitmemeniz iyi olur. Şöyle yabancı sevmiyorlar, böyle yabancılara soğuk ve kötü davranıyorlar uyarıları altında dört Türk yağmurdan ıslanmış ve biraz da üşümüş bir halde mekana tam manasıyla daldık. Akşam saati itibariyle son derece yoğun bir kalabalık içerisindeydi. Bir masa hariç tüm masalar doluydu. O bir masa da bizim masamızdı. Hemen kapıdaki görevliye ismimi verip rezervasyonumuz olduğunu söyledik ve anında bizimle ilgilenen görevli değişerek İngilizce bilen biri geldi yanımıza. Son derece iyi karşılandık ve iyi ağırlandık. Yediğimiz her şey mükemmeldi. Biraz etrafımızdaki insanların ilgisini çektik sanıyorum zira çok turistlerin rağbet ettiği bir mekan olmadığını düşünüyorum. Spor “casual” bir görünümde sırıtmadan gayet keyifli vakit geçirebileceğiniz ve lezzetli şeyler yiyebileceğiniz bir yer. Fiyatlarına gelince, her keseye uygun bir şeyler bulmak mümkün. Daha hesaplı olabilmesi için kendileri bir kaç tane mönü hazırlamışlar mesela ki o menüler de son derece keyifli…

Bir de ben gittiğimde Eylül sonu olması ve October Fest’e az bir süre kalmış olması nedeniyle meydana pazar kurulmuştu. O pazarda da bir sürü minik sokak lezzetlerini tadabileceğimiz mekanlar vardı ve Almanların standart hafif tatlımsı lahanalarıyla etlerini yemiştim ki o benim klasik Alman mönümdür ve çok severim ama domuz yemiyorsanız ve tatlı ekşi lahanaya çok sıcak bakmıyorsanız bir şey diyemem…

Bir de aslında Mosel boyunda Trier taraflarında daha çok olan Federweißer bulmuştum ki sevinçten sokağın oratsında zıpladığımı fark edince Almanya’yı çok özlediğimi ve Dresden’in beni kesmediğini anlamıştım.
Federweißer %13,5 ile %9 arası alkol içeren fermente üzüm suyudur. Bağ bozumu sırasında eylül sonu ekim başı gibi üretilir ve boza kıvamında ekşimsi ama çok lezzetli bir içecektir. Yine benim çocukluğumun kokularından dokularından biridir ve işte o nedenle Dresden’de hem de hiç ummadığım bir anda ve yerde görünce sonsuz mutlu olmuştum. Olur da bulursanız mevsimine denk gelirseniz onu da içebilirsiniz.
Dresden’de ne kadar kalmalı?
Ben bir gece kaldım. Bir tam günümü Dresden’de geçirdim. Belki bir gece 2 gün kalınsa daha sakin bir şehir turu atılabilir… Ama daha fazlasına gerek olacak büyüklükte bir şehir değil.
Benim planım sabah erkenden Dresden’e ulaşıp o günü şehri gezerek geçirmek gece otelde kalıp sabah erkenden Dresden yakınlarındaki Bastei Bridge’e gitmekti…
Not: Yazıyı düzenlememde yardımlarını esirgemeyen Mert İnce‘ye sonsuz teşekkürlerimle ❤️