Yedinci Gün: Kemer & Çıralı

0
122
13 Ekim 2021

Kemer’e ulaşmış, kendimize tüm gezimiz boyunca kaldığımız en iyi otellerden birini ayarlamış, Kemer çarşısında bir tur atmış, karnımızı doyurup, televizyonun karşısında ayaklarımızı uzatarak günü noktalamıştık.

Yeni gün, yine dopdolu geçecekti ve yine erkenden kalkıp kahvaltımızı edip günü yaşamaya başlamıştık.

İlk durağımız Phasalis’ti ve en büyük arzumuz da denize girebilmekti. Plaj, orman ve antik kentin iç içe olduğu büyülü bir ortamı var. Ama… Hep bir ”ama” var maalesef…

Kentin düzenlemesi çok doğru yapılmamış. En ihtişamlı yerlerinden biri otopark olarak kullanılıyor. Tarihin içinde denize girip, o ortamı yaşamak muhteşem ama yaşarken arabalarımızı biraz daha kuytu bir köşeye park edip, üç adım fazla yürüyebiliriz diye düşünüyorum. Kazı da yer yer devam ediyor ve bazı alanlara girmek yasak ama uyarılar o kadar yetersiz ki, yasak olan alana bambaşka bir yerden uyarı olmadığı için girebiliyorsunuz… Bunlar gezerken dikkatimizi çeken, hatta başımıza gelenler… Ancak biz önce denizini keşfedecektik…

Sıcacık, incecik kumların üzerine yayılıp güneşlendik. Denize girip canlandık ; sonrasında pareomuz, şortumuzla kenti keşfe çıktık.

Çamlar, arada göz kırpan denizin mavisi ile Dorlardan Perslere, İskender’e kadar bir çok egemenliğe ev sahipliği yapmış üç limanlı bir ticaret kenti. Gezdikçe neden tüm toplumların ilgi odağı olduğunu anlıyorsunuz. Müze kartınız yoksa giriş ücreti 75 TL. Müze Mağazasında yiyecek bir şeyler bulmanız mümkün ve arzu ederseniz bütün bir günü Phaselis’te geçirebilirsiniz… Ama Olimpos Dağı bizi çağırıyordu.

İçimizde mayolarımız, totomuzda şortumuzla teleferiğe ulaştık. Arabada hemen bir üst baş düzenlemesine girişip bikini üzerine bir sweatshirt, bir kot ceket, şortun altına kalın çorap, bir spor ayakkabıyla yaz tatilinde yanımızda olabilecek en kalın giysilerimizi üzerimize geçirip teleferikteki yerimizi aldık. Deniz seviyesinden 2365 metre yukarıya çıkacaktık. Biraz heyecanlı ama manzaraya bakmaktan ne kadar yukarı çıktığımızla neredeyse hiç ilgilenmeden ulaşmıştık zirveye. Şansımıza hava kapalıydı. Ama öyle olacağını biliyorduk. Kaldı ki, bilet alırken de havanın iyi olmadığı konusunda uyarılmıştık. Ona rağmen başka bir havası vardı.

Açık havada göreceğimiz manzara mutlaka eşsizdir ama böyle bulutlu, sisler içinde de oldukça etkileyiciydi. Ve evet soğuktu 🙂 Mümkün olsa bir pantolon giymiş olmayı isterdim. Yeme içme yukarıda bir miktar pahalı. Gereksiz bir para desem daha doğru olur. Zaten soğuk olduğu için de oturup soğuk bir bira içip keyif yapalım moduna hiç girmedik. Ama yemekli bir gün batımı turu düşünülebilir. Biz havaya güvenemediğimizden gün batımı turuna sıcak bakmamıştık ve bir dahaki sefere diyerek üzerimizdekileri tek tek çıkara çıkara yeniden deniz seviyesine ulaştık.

İstikamet Çıralı’ydı.

O akşam da orada kalacaktık ve aslında mantıklı insanlar olarak önce kalacak yerimizi ayarlamamız gerekirdi ama biz ”hallederiz yeaaaa” gevşekliği içerisinde yanar taşa çıkmayı tercih ettik. İyi ki de öyle yaptık. Akşam üzeri serinliğinde rahat rahat yukarı tırmandık. İlk defa görecektim ve olayı da çok anlamamıştım. Taşların sızdırdığı gaz yanıyordu. ”Yani taşlar osuruyor” deyivermiştim düşüncesizce. Koskoca bir efsaneyi, Homeros’u, mitolojiyi yerle bir edecek yorumumla yukarı tırmanıyordum utanç içerisinde…

Chimera’ya ulaştığımızda her bir ateşin başına Ruslar çoluk çombalak yerleşmişler marsmellow çeviriyorlardı… Yine Türklüğüm tutmuş ”ah be şuraya bir kangal sucuk getiremedik” deyivermiştim. Yine Pegasos’tan, hatta belki de olimpiyat ateşinden bağımsız… Tanrı korkum da mı yoktur bilmiyorum ki…

Sonunda olayın mitolojik büyüsüne kendimi kaptırmış, sucuk çevirme düşüncesini aklımdan uzaklaştırmıştım. Ama yorulmuş ve acıkmıştım. Artık bir kalacak yere ve de yemeğe ihtiyacımız vardı.

Akşam karanlığı hafif hafif çökerken çadır kurmaya karar vermiştik. Çünkü yani neden gün gözüyle kuralım ki çadırı, zifiri karanlık en doğru zaman 🙂

Hemen bir kamp alanı bulduk ve Chimera Camping’e yerleştik. Elbette akşam karanlığında duşu, tuvaleti kontrol etme şansımız olmamıştı ama sezon bitmek üzereydi ve birkaç Rus dışında da çadır kuran yok gibiydi. Hemen yanında da Valentina Restoran vardı. Son dakikada yine dört ayağımızın üzerine düşmüş, çadırımızı kurup karnımızı doyurmuş ve yine keyifle bir günü daha noktalamıştık…

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here