10-12 Aralık2021
Güne Antakya’da kaldığımız Kavinn Otel’in muhteşem kahvaltısıyla başlayıp yola revan olduk.

İstikamet Gaziantep’ti… İki gündür Antep hava durumu daha iyiydi. Nispeten ısınmış, az da olsa güneş yüzünü göstermişti. Bütün veriler yağmuru ardımızda bıraktığımızı gösteriyordu. Bunu bilmenin verdiği bir özgüvenle, tiril tiril giyinip yollara düşmüştük. Yanımızda mayo da vardı üstelik, denize girme planlarımız bile vardı… Tamam, sakinim! Antep’te deniz yok, sıkıntı yapmayalım… Çok ısrar ederseniz Fırat var ama onun suyu serindir, denize de sıra gelir elbet diyerek hızla Antep’e doğru ilerliyorduk.

Her ne kadar plan dosdoğru Antep yemeklerine ulaşmak olsa da, yolda kahverengi tabela görünce titreme geçirdiğimizden hemen sağa sapıverdik… Değil Kilis’e, Halep’e doğru gittiğimizi düşünsem de, sonunda ana yolda gördüğümüz kahverengi tabelanın işaret ettiği yere ulaştık. “Yesemek Açık Hava Müzesi”

Burası, Hititlerin taş ocağı ve heykel atölyesiymiş. Burada yontulan heykeller kızaklarla Çorum’a taşınırmış… Yakınlarında bulunan, ancak inşaatının yarım kaldığı anlaşılan şehir için de heykel üretimi yaptığı düşünülmekte… Unesco Dünya Mirasları geçici listesinde… Ücretsiz gezilebiliyor ama gezilmeli mi? Vaktiniz varsa evet; gidin, görün ama bir yere gidiyorken yolunuzu değiştirmenize değecek bir yer olmadığını düşünüyorum.
Yine de bizim için keyifli bir anı oldu. Yarım saat ayakkabılarımızdaki çamuru temizlemeye çalışıp dakikalarca güldük… Güldük çünkü kirlenmek güzeldi 😉
Çamurdan da kurtulup yeniden yola koyulmuştuk. Artık hiçbir sebeple yoldan çıkmayacaktık çünkü acıkmıştık. Aklımızda olan tek şey, Halil Usta’ya gidip zıkkımlanmaktı 🙂

Elimizle koymuş gibi bulup, otoparkına arabamızı park ettik ve o da ne?! Halil Usta yenilenmiş. O salaş görüntüden eser yok. Temiz pak bir restoran haline gelmiş. Yine kalabalık, yine içeride standart bir koşu… Küşlememizi, karışık tabaklarımızı, salatamızı, ayranımızı 30 saniye içinde yiyip hiç bakmadan (siz bakın mutlaka; fazla yazabiliyorlar, yazdılar da söylüyorum) hesabı ödeyip Zeugma Mozaik Müzesi’ne geçmiştik bile… Işınlandık desek yeridir 🙂

Zeugma’yı yedi sene sonra ama bu kez Hatay Arkeoloji’nin ardından görüyordum ve bir kere daha ne kadar küçük bir müze olduğuna şaşırdım. Evet çok güzel mozaikler var ama asla bir Hatay Arkeoloji olamaz…
Yine kalacak yerimiz yoktu. Yine akşam yemeğini nerede yiyeceğimizi bilmiyorduk ama son derece rahat bir şekilde müze geziyorduk ki; bir binasından diğerine geçerken kullandığımız minik köprünün üzerinde Green Park’ı görüverdik. Hemen arayıp “Müzedeyiz, geliyoruz” diyerek rezervasyonumuzu yaptırdık.

Zeugma’yı görmüş, çingene kıza bir selam çakmış, otelimize geçmiştik. Antep manzaralı odamızda biraz dinlenip, bu kez sadece havuç dilimi peşine düşmüştük.

İmam Çağdaş’ta nefsimizi köreltmiş, Tahmiş Kahfesi‘nde standart kahvemizi içmiş, Aşina’ya oturup yuvamala çorbamıza odaklanmıştık. Nefes almadan yiyerek günü noktalıyorduk…

Ertesi gün planımız Urfa’ya geçmekti. Orada kalmayıp Antep’e dönecektik, öyle de yaptık ama Urfa bölümünü daha sonra anlatacağım…

Antep’te görmediğimiz ise, sadece Zeugma Antik Kenti kalmıştı. Açıkçası müzenin neden kentten o denli uzak bir yere yapıldığını anlayamıyorum. Tamam baraj nedeniyle su basacak olan yerlerdeki mozaikler alınıp müzeye taşındı anlıyorum ama 200-300 metre geriye de taşınabilirdi… Elbette mantıklı bir açıklaması vardır diyerek Fırat boyunda kalan görülecek tek yer olan zengin villalarının olduğu bölüme girdik… Efes’teki yamaç evlerin bir küçüğü diyebilirim. Mozaikler ve duvar resimleri yine muhteşem…

Antep’te hala yiyemediklerimiz vardı. Bakınız göremediklerimiz değil yiyemediklerimiz 🙂
Koçak; olmazsa olmaz, kırmızı çizgilerimizdendi. Zeugma dönüşü koşarak Koçak’a gittik. Büyümüş. Eski yer duruyor ama yanına daha büyük bir saray yavrusu yapılmış…
Yaprak şöbiyet diye sayıklaya sayıklaya tepsisinin önünde buldum kendimi. Açtım. Maksimum yarım saat içerisinde yemek masasına oturacaktım ama ben ağzımın suları aka aka yaprak şöbiyet gömüyordum… Uçan küçük pembe filler görmek böyle bir şey olmalı… Elbette Antep fıstığımızı da buradan alıp; tavsiye edilen gar lokantasına geçtik.
Genel olarak gar lokantalarını severim… Eski şaşası kalmasa da, gar lokantaları her türlü insanı ve kültürü barındırır gibi gelir bana…
İstanbul’da Orient, Mythos… Buraların sadece atmosferleri yeter… İşte öyle bir düşünceyle Antep Gar Lokantası’ndan içeri girmiştim. Sıradan bir mekan görüntüsü vardı. İçeride neredeyse hiç kadın yoktu ve benim varlığım da dikkat çekmişti uzun diz altı kalem eteğimle…
Daha sonrasında öğrendik ki, eğer bir hanımefendi ile bir meyhaneye gidecekseniz rezervasyon sırasında aile olduğunuzu belirtmeniz gerekiyormuş ki sizi ona göre daha duvar kenarı kuytu bir yere oturtsunlar…
Bizden sonra gelenlerin profillerine baktığımızda 50 yaş üstü amcalar 3’lü 4’lü masalarda rakılarını içiyorlardı… 2-3 masa da aile vardı, elbette yok değildi ve adetten olduğu üzere duvar kenarına konuşlanmışlardı…
Açıkçası çok üzerinde durup keyfimi kaçırmadım ama bu tavırdan da, uygulamadan da hoşlanmadım. Biz kadınlar kenara atılacak varlıklar değiliz. Bir meyhaneye girdiğim zaman da dönüp bakmanızı gerektirecek hiçbir şey göremiyorum. Kadın hayata karışmalı ve o dönüp bakanlar da buna alışıp bakmamayı öğrenmeli… Doğal karşılamalı, doğalı bu olmalı…
Yediklerimize gelince; doğrusu başka bir ülkeye ya da şehre gitmişsem oraya ait şeyler tüketmek isterim. Yeni lezzetler tatmak… Ama orası standart bir meyhaneydi, o kadar standarttı ki; kaya koruğu bile vardı… Biz yine olabildiğince yöreye has mezeler sipariş edip Ali Nazik istedik. Yediğim en kötülerinden biri olabilir! Başka bir yorum yapmak istemiyorum.

Ama biz yine de keyifli vakit geçirmiştik. Yediğimiz vasat mezeler ya da kötü ana yemekler keyfimizi kaçıramazdı.
Üstelik hala yiyemediklerimiz vardı…

Ertesi sabah erkenden kalkıp soluğu Metanet’te aldık. O kadar erkenden kalkmıştık ki, bizden başka kimsecikler yoktu 🙂 Beyranımızı içip katmerci Zekeriya Usta’nın yolunu tuttuk.
Yedi sene önce gittiğimde çok fazla çocuk çalışan vardı ve hoşlanmamıştım. Bu kez, yine çocuklar çalışıyordu sadece… Elbette altında yatan nedeni bilmiyorum ama umuyorum ki, o çocuklar bir taraftan da okuyabiliyorlardır ve hakları yenmiyordur…

Katmer evet lezzetli… Ama o kadar fıstık ve kaymakla kötü olma ihtimali de yok sanıyorum 😉
Artık Antep bitmişti. Yememiz gereken ne varsa yemiştik.
Minik Notlar
· Halil Usta’ya gidin ama hesabı öderken mutlaka kontrol edin.
· Zeugma görülmeli, hem müze hem antik kent
· Eski Antep sokakları
· Bakırcılar çarşısı